İkizdere’nin Kimliği: Rum mu, Laz mı, Yoksa Daha Fazlası mı?
Bir coğrafyanın kimliğini tek bir etiketle tanımlamak, hem tarihsel gerçeklere hem de toplumsal çeşitliliğe haksızlık olur. Rize’nin İkizdere ilçesi de bu tartışmanın tam merkezinde duruyor. “İkizdere Rum muydu?” sorusu aslında sadece tarihsel bir merak değil; aynı zamanda toplumsal hafızanın, kimliklerin ve farklı grupların nasıl anıldığına dair bir sınavdır. Bu yazıda meseleyi sadece “evet” ya da “hayır”la geçiştirmek yerine, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet merceğiyle derinleştireceğiz.
Tarihsel Arka Plan: Rum İzleri ve Yerel Çeşitlilik
İkizdere’nin geçmişinde Rum nüfusun izleri vardır. Osmanlı kayıtları ve yerel rivayetler, bölgedeki Rum Ortodoks toplulukların varlığını gösterir. 1923 mübadelesiyle birlikte Rum nüfusun büyük kısmı bölgeden ayrılmış, geride camiler, kilise kalıntıları, mezarlıklar ve kültürel izler kalmıştır. Bugün İkizdere, Laz, Hemşin ve Türk kimliklerinin buluştuğu bir alan olarak karşımıza çıkar.
Burada kritik nokta şudur: İkizdere sadece “Rum muydu?” sorusuyla sınırlandırılamaz. Burası farklı halkların, inançların ve yaşam biçimlerinin kesiştiği çok katmanlı bir coğrafyadır.
Kadınların Bakışı: Empati ve Toplumsal Etki
Kadınların bu tartışmaya yaklaşımı, çoğunlukla geçmişin travmalarını ve bugünün sosyal dokusunu anlamaya yöneliktir. Rum kadınlarının göç hikâyeleri, Laz ve Hemşin kadınlarının tarım, aile ve kültür aktarımındaki rolleri bir araya geldiğinde, İkizdere’nin çok sesli yapısı daha görünür olur. Kadınların empatik bakışı, bu çeşitliliğin bir çatışma nedeni değil, kültürel zenginlik olarak görülmesini sağlar.
Ama şu soruyu sormadan edemeyiz: Kadınların hafızasında saklanan bu hikâyeler, resmi tarihte ne kadar yer bulabiliyor? Kimlerin sesi kayda geçiyor, kimlerin sesi siliniyor?
Erkeklerin Bakışı: Analitik ve Çözüm Odaklı Yaklaşımlar
Erkeklerin yaklaşımı çoğu zaman pragmatiktir: “Bu tartışma günümüz için ne ifade ediyor?”, “İkizdere’nin kalkınması için hangi adımlar atılmalı?” gibi sorular sorarlar. Analitik bakış, yol, yatırım, turizm ve tarım üzerinden geleceğe odaklanır. Bu elbette kıymetlidir. Ancak yalnızca altyapı ve ekonomik çözümlerle, geçmişten gelen kimlik tartışmalarını görmezden gelmek sosyal adalet açısından büyük bir eksiklik yaratır.
Çözüm odaklı bakış, ancak empatiyle birleşirse gerçek anlamda sürdürülebilir olur. Ekonomik yatırımlar yapılırken kültürel miras korunmazsa, kalkınma “eksik” kalır.
Çeşitlilik ve Sosyal Adaletin Önemi
İkizdere’nin Rum geçmişini hatırlamak, bugünün Laz, Hemşin ve Türk topluluklarının varlığını gölgelememeli. Aksine, bu çeşitliliğin farkında olmak toplumsal barış için gereklidir. Sosyal adalet, sadece ekonomik kaynakların eşit dağılımı değil; aynı zamanda tarihsel hafızanın da adil bir şekilde sahiplenilmesidir.
Burada kritik bir soru daha doğuyor: Bir bölgenin kimliği kime aittir? Devletin resmi tanımına mı, yerel halkın hafızasına mı, yoksa göç etmiş toplulukların hatırasına mı?
Tartışmayı Açmak: Birlikte Düşünelim
İkizdere’nin “Rum mu olduğu” sorusundan çok daha fazlası var. Asıl mesele, bu geçmişi nasıl okuduğumuz, kimlerin sesini duyduğumuz ve geleceği nasıl inşa ettiğimiz. İşte bazı sorular:
– Geçmişte burada yaşayan Rumların hatırası bugünün sosyal yaşamında nasıl yaşatılabilir?
– Kadınların empatik yaklaşımı ile erkeklerin çözüm odaklı planları nasıl dengelenebilir?
– Çeşitlilik bir tehdit değil, toplumsal dayanışma için nasıl bir fırsat olarak görülebilir?
– Sosyal adalet, yalnızca bugünün değil, geçmişin de borcunu ödemek anlamına gelmez mi?
Sonuç: Kimlikten Fazlası
İkizdere’nin tarihine tek bir kimlik etiketi yapıştırmak mümkün değildir. Burası Rum izlerini taşımış, Laz ve Hemşin kültürünü yoğurmuş, Türk kimliğiyle bugüne ulaşmış çok katmanlı bir coğrafyadır. Bu çeşitlilik, toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında daha da anlam kazanır: kadınların empatisi ve erkeklerin çözümcülüğü birleşirse, İkizdere’nin geçmişiyle barışan, geleceğe umutla bakan bir hikâye yazılabilir.
Okuyucuya soruyorum: Sizce İkizdere’nin kimliği nasıl tanımlanmalı? Geçmişi sahiplenmek mi, yoksa geleceğe bakmak mı daha adil bir yol olur?